YÖNLERİM
Bir keresinde Lale, sahnede oyun isteyen bir grup üyesinden rahatsız olduğunu ve yakınlık kuramadığını hissettiğini itiraf etmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle Ömer’den görevi devralmasını istedi. Ömer böyle hızlı bir geçişe aldırmazdı. Daha pragmatik bir yol izleyecekti. Lale’ye daha çok bir seyahat organizatörünün müşterisine sorduğu soruyu hatırlattı.
“Nereye gitmek istiyorsunuz?”
Ömer, başından beri açık bir işbirliğini temel alan karşılıklı bir anlaşma oluşturmak istemekteydi. Bu nedenle, protagonistin içinde bulunduğu durumu keşfetmeye başlamadan önce, açıkça şu soruyu sormayı tercih etmişti.
“Ne istiyorsun?” Tatmin edici bir cevap alana kadar bu soruyu sormaktan vaz geçmezdi. Lale bu yaklaşımı oldukça sert bulsa da bazı faydaları olduğunu kabul etmek zorunda hisseder kendisini. Bu yaklaşım protagoniste fazla gecikmeden ısınma görevini verir. Hedef belirlendikten sonra, ona ulaşmak için çeşitli yollar düşünülebilir. Ömer için bu, çözüme ulaşmak için hangi psikodramatik yöntemlerin en uygun olacağı anlamına gelmektedir. İlk sahneyi buna göre önerecektir.
Lale arkasına yaslanıp Ömer’i ve sahnedeki protagonisti izlemekteydi. Bu kez işin içinde olmadığına sevinmişti. Sanki birlikte bir şeyle yüzleşiyorlarmış gibi yan yana durmaktaydılar. Lale’nin izlenimi, protagonistin çok çelişkili duygularla boğuştuğu, çok üzgün ama aynı zamanda gergin olduğu yönündeydi. Şimdi Ömer protagoniste, biz kendisini Mine diye adlandıralım, her zamanki sorusunu sordu. “Ne istiyorsun?”
Mine, hızlı ve neredeyse meydan okurcasına cevap verdi.
“Bilmiyorum.”
Ömer kaşlarını kaldırmış ve anlamıştı ki; bu sefer ısrar etmenin faydası yoktu. Sorduğu sorunun kendisi, sorunun tam merkezini oluşturuyordu. Yine de biraz bekledi. Protagonistin neye ihtiyacı olduğunun farkındaydı ama Protagonist harekete geçmeye hazır değildi. Mine, kısık bir sesle tekrardı, “Gerçekten bilmiyorum.” Bu söylediğinde samimi olduğu belliydi.
Ömer, ‘Open Staff’ uygulamaya karar verdi. Mevcut durumu Lale ve gruptaki diğer üyelerle açıkça tartışmak istemekteydi.
Ömer, “O ne istediğini bilmiyor. Bu nasıl olabilir?” sorusunu yöneltti.
Lale, ” Herhalde ne yöne gideceğine karar veremiyor, yönünü kaybetti,” diye yanıt verdi.
Ömer, “Yani bilmediğin bir yerdesin ve pusulanı kaybetmişsin gibi.”
Lale, “Ya da pusulan var ama ibresi kaybolmuş gibi.”
Ömer, “Ama yönlerin hepsi orada. Kuzey. Güney. Doğu. Batı ve benzeri.”
Lale, “Aynen öyle. Dört ana yönü seçip sahneye koyabilir.”
Ömer, “Şimdi anladım. Pusulanın ibresi de aslında kendisi ama çalışmıyor.”
Lale, ” Evet. Bu umut verici geliyor.”
Ömer sahnede Mine’nin yanına döndü. O ve tüm grup üyeleri konuşmayı dinlemişti. Grup artık beklenti içindeydi. Herkes ısınmıştı ve oyun başlayabilirdi.
Mine, hiç tereddüt etmeden grup üyelerinden dört yönü seçti ve yerleştirdi. Başlangıçtaki ataleti gitmiş, yoldaki ilk adımlar atılmıştı.
Çalışmayı sürdürmek için Ömer’in zıtlıkları kullanmaya dayalı kişisel yönergeleri vardır. Bunların herhangi bir zararı yoktur. Hatta çalışmanın sürdürülmesine hizmet eder. Buz gibi mantık ve sıcak duygular arasında bazen spontanlık ve yaratıcılık kendiliğinden devreye girer. Herakleitos’un da dediği gibi, “Zıtlıklar uyum getirir, uyumsuzluktan en güzel uyum doğar.” Her şeyin bir zıttı olduğuna göre, tek yapmam gereken dikkat etmek ve onların farkına varmaktır. Bu her zaman o kadar da kolay değildir. Örneğin: yeşilin zıttı nedir?
Mine şimdi zıtlıkların tam ortasındadır. Ömer onun her yönü keşfetmesini sağladı. Çok geçmeden Doğu ile Batı’nın zıtlığının açık ara en anlamlısı olduğu ortaya çıkmıştı. Oyun boyunca Doğu’daki köy ile Batı’daki kasabanın zıtlığı görülmekteydi. Bu da zorunluluk ile özlem, yetişkin yaşamı ile çocukluk gibi başka zıtlıklara yol açmıştı. Ömer, bu karşıtlıkları yer, zaman ve rol değişimleri ile protagonistin deneyimlemesini sağladı. Protagonist, ataletinden kurtulduğunda durumunu uzaktan algılayabilmişti. Sonunda, ilk hamleyi yapmaya, bir ilk adımı atmaya karar vermişti. Mevsim bahardı. İşinden izin alıp Doğu’daki köyde yaşayan dedesini ve ninesini ziyaret edecekti.
Ardından bolca paylaşım ve geri bildirim gelmişti. Tüm grup üyeleri gayet neşeliydi.
Ömer’in sosyometride en çok sevdiği şey, çekim ve itimin, seçim ve reddin temel zıtlıklarını kullanmasıdır. Bir işyerinde, bir sınıfta, bir sosyal kulüpte, bir huzurevinde ya da bir düğünde, bir otobüs durağında, bir barda, bir plajda vb. bir grup içinde sürekli değişen ilişkiler ağı onu büyülemektedir. Yetenekli bir ressamın günlük hayattan bir sahneyi kabaca yakalaması gibi, itme ve çekmenin kırmızı ve siyah çizgilerini hızla çizebilmektedir. Bu bir anda yapılır ve elbette er ya da geç değişiklikler olacaktır. Gruba göre kriterleri değiştirebilir. İnsanlar bir mangal partisinde ya da bir nişan partisinde farklı ilişkiler kurabilmektedir.
Bazı ilişkiler oldukça istikrarlı olabilir. Genellikle mantığın kavrayamadığı ancak yine de hissedilebilen ve bazen psikodramada ortaya çıkan güçlü bir duygu akımı söz konusudur. Genellikle eski suçlar, önyargılar ve kulaktan dolma bilgiler ortaya çıkar. “Bunu asla unutmayacağım!”, “Çok uzun zamandır arkadaştık ama sonra…”, “Annem beni hep senin…”, “Bana bakmadın bile!”, “Sen bunu asla yapmazsın!” Protagonist oyunları bu ve benzeri uzun süredir devam eden, genellikle zarar görmüş ilişkilerin bazılarını onarabilir. Bu da yine onunla bağlantılı diğer ilişkileri etkiler. Pişmanlık ve vicdan azabı ortaya çıkar ve hatta samimi özürler dilenir ve aflar dilenir.
Ömer sahilde dalgaları izlerken Lale’ye şöyle dedi. “Biliyor musun, kıyaslama olmasaydı bütün dünya çok farklı olurdu. Bütün sefalet orada başlıyor. Şuradaki üç çocuğu görüyorsun. Kumda ne kadar huzurlular. İçlerinden birinin aklına bir kule yapma fikri gelsin ve diğerleri de aynısını yapmaya başlasın. Her biri farklı yeteneklere sahip. Yapılan bir kule diğerlerinden daha uzun olacak mutlaka. İşte o zaman sorun başlayabilir. Eğer iyi arkadaşlarsa, kuleleri yıkma ve inşa etme oyunu eğlenceli olacaktır. Değilse… biri küsecek, diğeri kızacak ve üçüncüsü annesine koşacaktır. Karşılaştırma genellikle buna neden olur. Daha yüksek – daha güçlü – daha zeki ve benzeri, diğerlerinden daha fazla veya daha az olma merdiveninde yukarı ve aşağı. İyi işbirliği ve iyi oyun, insanların birbirlerine ne kadar yakın olduklarına ve nasıl açılacaklarına bağlıdır.”
Lale yanıt verdi. “Oyun çok muhteşem ve tatmin edici bir çözüm. Ancak sporda olduğu gibi adil oyun konusunda bir anlaşma olması gerekir ve dikkat edersen genellikle bir hakem vardır. Televizyondaki savaş oyunları, ‘oyun’ kisvesi altındaki pis ve iğrenç zıtlıklardır. Top yerine silahlar, kahkaha ve coşku yerine gözyaşı ve kan.”
Ömer, “Tamamlayıcı zıtlıkları düşündüğümüzde yine de farklı. Düşman değiller ama barışçıl da değiller. Seninle benim gibi. Her zaman aynı fikirde değiliz ama farklılıklarımıza saygı duyuyoruz. Eğer birbirimize benzeseydik, benzer olsaydık, bu sıkıcı olurdu. Farklı yeteneklerimiz olsa da aynı göz hizasında çalışırız. Kısacası, kıyaslama yapmıyoruz. Bu bizi özgür kılar,” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Lale sözü aldı, “Bilincim ve bilinçsizliğimin birbirini tamamlayan zıtlıklar mı yoksa başka bir şey mi olduğunu hep merak etmişimdir. Bilmiyorum. Ergenlik dönemimde mantık büyük patronu oynardı. Bu kökten değişti ve Einstein’ın şu sözünü okuduğumda çok güldüm. ‘Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür ama hayal gücü sizi her yere götürür.’ Artık bilinçaltımı benden daha bilge, güçlü bir dost olarak görüyorum. Bazen tavsiyeye ihtiyaç duyuyorum. Bunu gerçek anlamda söylüyorum. Bir süredir uyandıktan hemen sonra bilinçdışımdan bana o gün için bir imge vermesini istiyorum. Şimdiye kadar hiç başarısız olmadı. Birdenbire ortaya çıkıyor ve hemen kavramam gerekiyor. Yoksa bir süre sonra kaybolur gidiyor. Bilirsin, rüyalar gibi. Hemen anlamam gerekmiyor. Gün boyunca bana eşlik ediyor ve aniden anlamını çözüyorum. Bu sihir gibi bir şey.”
Ömer, “Şimdi oyun yönetmedeki bazı yönlerini daha iyi anlıyorum. Bir protagonist yavaşladığında, enerjisini kaybettiğinde yanına gidiyorsun ve ondan gözlerini kapatmasını, rahat nefes almasını ve sadece beklemesini istiyorsun. Sonra soruyorsun. “Nasıl bir görüntü görüyorsunuz?” Ve bir görüntü olacağına kesin gözüyle bakmaktasın. Ben buna asla güvenmezdim. Aklıma gelen ilk fikir, ‘Ya görüntü yoksa? Olsa bile nasıl devam edeceğiz?’ olurdu. Ama bunu birçok kez yaptığını gördüm. Görüntüye geçerli bir bilgi gibi güveniyor ve onu oyuna dahil ediyorsun,” dedi.
“Ben hayal gücünün gerçekliği ile çalışıyorum. Sonuçta sahneye ne koyarsak koyalım, roller, dekorlar hepsi hayal ürünü. Sahne sihirli bir yer. Olsa olsa bir gerçekliktir ama sadece zemin, sandalyeler ve grup üyeleri vardır, geri kalan her şey hayal ürünüdür ve zihnimizdeki hayal gücü sahne denilen o yere aktarılır. Bu nedenle gerektiğinde kendime zaman ve mekânı istediğim gibi değiştirme izni veriyorum ve sıklıkla zıtlıkları kullanıyorum. Yaz birden kış oluyor, gündüz geceye dönüşüveriyor,” diye sürdürdü konuşmayı.
Ömer, “Tamam anladım, senin esnekliğin bende yok. Senin bir oturma odasını ahıra, bir kafeyi çöle, bir ofisi denizaltıya çevirdiğini defalarca gördüm. Bir odayı delirmiş bir iç mimar gibi değiştiriyorsun. Ve bunu o kadar inandırıcı bir şekilde yapıyorsun ki, bunun oldukça doğal olduğuna dair hiçbir şüphe bırakmıyorsun. Protagonist ve grup da direnmeden seni takip ediyor,” diyerek görüşünü bildirdi.
Lale, “İnsanlar sihri sever,” dediğinde, Ömer, “Peki ya amaçlar ve çözümler?” sorusunu yöneltti.
Lale, “Bu biraz Çin tıbbı gibi. Genel amaç, bir yerde tıkanmış olan yaşam enerjisinin yeniden akmasını sağlamak. Bizim durumumuzda zihin enerjisi bloke olmuş gibi, bu nedenle sıkışmışlık, ağırlık altında olma, anlamını kaybetmiş olma, yaşamaktan çok ölü olma hissi var. Akış için gerekli olan hayal gücünde ciddi bir eksiklik var. Bu eksiklik sanat ve her geçen gün daha fazla eğlence endüstrisi tarafından giderilmekte. Bu durum, semptomları hafifletir ama tedavi etmez. Hap gibidir ve sonunda bağımlı hale gelebilirsin. Çözümleri soruyordun. Çözüm sadece kişinin kendisinden gelebilir. Bloklardan kurtulmak için ihtiyaç duyulan şey, spontanlık ve yaratıcılıktır. Bir yazarın yaşayabileceği tıkanıklığı kesinlikle bilirsin. İnternette bundan kurtulmak için tarifler bulunmakta. Bazı tavsiyeler faydalı da olabilir. Ama ya tüm hayatımız tıkanmış gibi görünüyorsa? Düşünmek ve akıl yürütmek işe yaramaz. Bunu çözecek olan bedenin kendisidir. Bu yüzden ilk adım basitçe bedenini hareket ettirmektir. Dans etmeye cesaret edemiyorsan en azından yürüyebilirsin,” dedi.
Ömer, “Bir seans hatırlıyorum. Bir üye sandalyede ağır ağır oturuyordu, mutsuzdu ama hareket etmek istemiyordu. Senin yaptığın tek şey onun önüne geçmek ve orada rahat ama hareketsiz bir şekilde durmaktı. Bedeninle onun görüşünü engellemekteydin. Söz yok. Kritik bir anda, gerilim en üst düzeye çıktığında, ona kesin bir dille şöyle dediğini hatırlıyorum, “Gel!”. Hepsi bu. Ardından arkanı dönüp sahneye doğru ilerlemiştin. Üyenin seni takip edeceğinden bu kadar emin olmanı sağlayan şeyin ne olduğunu hala merak ediyorum,” diye sordu.
Lale, “Bu adamın çok ihtiyacı olduğunu ve her şeye sarılacağını hissettim” diyerek cevapladı Ömer’in sorusunu.
Ömer, “Benim gördüğüm ve diğerlerinin de gördüğü şey senin kararlılığının ona güven verdiğiydi,” diyerek açıkladı.
Lale, “Biliyorsun, daveti geri çevirmemeyi öğrenmişti,” dedi.
Ömer, “Hayır, daha fazlası vardı. Sessizliğin, yavaş hareketlerin, bir nevi hipnotize ediciydi ve sonra ona sırtını dönmen. Çok güçlüydün. Evet, onun tam tersiydin,” diye düşüncesini paylaşınca, Lale, “Tamam, sana söylemekten çok utanıyorum. Bilinçaltım bir keresinde bana bir su bendi imgesi vermişti. Bir süre onunla hiçbir şey yapamadım. Sonra anladım. Teknik olarak bir nehirde su akışını ve su seviyesini yönetmeye yarıyordu. Bu adamın suyu azalmıştı. Tabiri caizse. Onu engellediğimde ve kapıyı kapattığımda, nehir, bendin arkasındaki bölümü doldurdu ve adam nehirle aynı seviyeye geldi. O zaman üst kapı açılabilirdi. Sanırım böyle oldu ama imgeyi de çok abartmaya gerek yok bence,” diyerek sözünü tamamladı.
Ömer, “Teşekkür ederim. Açıklaman kulağa mantıklı geliyor. Yine de içinde biraz büyü var,” diyerek gülümsedi.