YARGIÇLAR
İnsanın kendini mutlu hissettiği ve hayatın kolay göründüğü akşamlardan biri. Lale, Ömer’i akşam yemeğine davet etmiştir. Biraz şarap içer, sessizce gecenin ilerleyişini ve uzakta beliren ilk ışıkları izlerler.
Lale, bir anda geçen grubun son geri bildirimlerini hatırlar. Her şey aşağı yukarı kendini gerçekleştirme ve kişinin yaşam kararlarına rehberlik edebilecek değerleri bulmasıyla ilgiliydi.
‘Ben kimim ve kim olmak istiyorum?’
Öz imaj kelimesi tekrar tekrar ortaya çıkmıştı.
‘Neyi kabul etmeli ve neyi reddetmeli?’
‘Besleyici olan nedir? Peki ya zehirleyici olan?’
Filozoflar, gurular, ruhani liderler ve akıl hocalarından bahsedilmiş ve alıntılar yapılmıştı. Ama sanki hepsi boşuna. Sorular öylece ortada kalmıştı. Lale hiçbir şey söylemeden grubu dağıtmış, sadece şunu söylemişti. “Yalnız değilsiniz.” Şimdi yalnız değil ve Ömer’e bakmaktaydı. Ömer ise kendi düşüncelerine dalmıştı.
Zihninde bir görüntü belirmeye başlar. Bir squash oyunu oynamaktadır, tek oyuncu kendisidir. Ve aynı zamanda kortun dışında bir yerden kendini izleyen kadın da kendisidir. Toplar sağa sola zıplamaktadır. Umutsuzca onlara vurmaya çalışırken dışarıdaki kadın onun durmasını ister.
‘Bunun hiçbir sonucu olmayan tamamen faydasız bir oyun olduğunu görmüyor mu?’
‘Belki sadece kondisyon antrenmanıdır?’
Ama hiçbir tatmin edici bir yönü yok ve kesinlikle eğlenceden yoksun bir etkinlik!
“Kes şunu kızım!” diye bağırır Lale.
Ömer başını çevirir. “Ne dedin sen?” Anlaşılmaz bir ses çıkarmış olmalı diye düşünür.
“Biraz uyukladım galiba” diye açıklar Lale.
Ömer şöyle devam eder.
“Ben sadece yargıçlar hakkında düşünüyordum. Psikodrama yöneticisi olarak hiçbir zaman zihnimizde yargılara yer vermemliyiz. Önyargılarımız da olmaması gerekiyor. Bence ikimiz de bu kurallara uyuyoruz. En azından buna uygun davranıyoruz diyelim. Bu tamam. Ama içimizde her zaman söz söylemeye hazır bir tür yargıç yok mu? Eminim o benim kim olduğumu bir dereceye kadar belirliyor.”
Lale gülümseyerek, “Benimki bir kadın yargıç. Onunla çaresizce mücadele ettiğim zamanlar oluyor. Mesela bana yargılayan sorular soruyor ve ben kendimi haklı çıkarmak zorunda hissediyorum. “Beni rahat bırak, git bir ağaca tırman!” diye bağırmak istiyorum ama nafile. En başından beri yargılanmıyor muyuz? Sırf şişman dememek için “Ne kadar güzel bir bebek, ne kadar iyi beslenmiş” demiyor muyuz? Etrafımızdaki tüm o otoritelerin, anne babaların, büyükanne ve büyükbabaların, amcaların ve teyzelerin, hepsinin bir sözü var. Bazen aynı, bazen çelişkili, bazen de saçma. Ve biz kendimizi savunmak için çok az donanıma sahibiz. Herhangi bir savunma hemen yargılanır. Kendimizi tamamen haklı hissedebiliriz ama davayı kaybederiz,” demişti.
Ömer araya girme ihtiyacı duymuştu.
“Bu çok ilginç. Diyorsun ki, biz doğru hissedebiliriz ama bu nereden geliyor? Demek ki kendimize ait bir yargıcımız var. Bunu bize kim öğretti? Başka bir yargıç türü mü? Yoksa neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair bir hisle mi doğuyoruz?”
“Bilmediğimi biliyorum,” Lale Sokrates’ten alıntı yaparak söze devam etmişti. “Aşılanma ve bir sürü budanma sürecinden sonra şu an olduğumuz hale geldik ve yargıçlarımızı yargılayabiliyoruz. Onların rollerini ne kadar üstlendik ve hangilerini üstlendik? Bu benim hayati derecede ilgimi çekiyor. Bu, dediğin gibi, bir dereceye kadar benim kim olduğumdur. Kendimi yönetmek istediğim için temel bir yasaya uyan bir yönetici olmalıyım ve bu nedenle bunu bilmeliyim. Benim temel yasalarım, anayasam nedir? O zaman gerekçelendirebileceğim doğru kararları alma şansım olur ve buna bağlı olarak eylemlerimin sorumluluğunu üstlenebilirim.”
Ömer’in alkışlayarak Lale’ye tebessümle bakması Lale’yi şaşırtır. Ömer şöyle devam etti sözlerine, “Bravo, tek bir kadının yönettiği demokratik egemen bir devlet olmak istediğini ilan etmiş bulunuyorsun. Anayasa ve kuvvetler ayrılığı, yasama, yargı ve yürütme. İddialı bir girişim. Ben bununla yaşayabilirim.”
“Beni yargılamaya başlama! Tamam, bu büyük bir imge ama bana makul bir referans çerçevesi olarak hizmet ediyor. En azından benim iç dünyama uyuyor. “