Masanın sadece bir kısmı toplanmış. Misafirler karnı doymuş insanların sakinliği ile aralarında hafif mırıltılar halinde konuşuyorlar. Fincanımı amaçsızca bir oraya, bir buraya doğru itiyorum. Karşımdaki misafir de benzer hareketi çakmağı ile yapıyor. Hiç düşünmeden fincanımı onun çakmağına doğru sürüyorum. Bu hareketim misafiri şaşırtıyor. O an aramızda kuralı olmayan tuhaf bir oyun başlıyor. Çakmak ve fincanlarımızla karşılıklı hamleler yapıyoruz. Kazananın ve kaybedenin olmadığı, hatta oyun alanı bile olmayan satranca benzer yoğunluktaki oyun hiç konuşmadan sürüyor. Ve yine bir süre sonra garip bir şekilde kendiliğinden sona eriyor. Oyunun bitişi ilgi azaldığı için değil. Hayalimdeki oyun alanında bir şeylerin son bulmasında ve yapının bıraktığımız haliyle kalabilmesinden . Sonra, sanki yeniden suyun üzerine çıkmışız gibi bir an geliyor. Yaptıklarımıza bakarak, birbirimize mahcup mahcup gülümsüyoruz. Mümkün olmayan bir şey olmuş gibi şaşkınlıkla başlarımızı sallıyoruz.

İç ve Dış
İç dünyamız ve dış dünya, yaşam boyu sürekli aktif bir alışveriş halindedir. Hayatımızı oluşturan ve bizi ayakta tutan budur. İç dünyamıza ait gereksinimler dıştan karşılanmalıdır. Bütün davranışlarımız buna göre yönlendirilmiştir. Bu davranışlar amacına ulaşamazsa, huzursuzluk oluşur ve değişim gerekir.
Davranışlar temelde duyulara bağlıdır. Değişim’in gerçekleşebilmesi için duyusal algılardan oluşan kavrayışa ihtiyaç vardır. Bu nedenle, duygusal algıdan kazanılan kavrayış, değişimden önce gelmelidir. Duyularımız sınırlı işlevi ve alış gücü olan bir alıcı istasyonu gibi dıştan gelen etkilere dönüktür (hassastır). Dışarıdan alınan her şey bir surete (kopyaya), gerçeğin zihindeki bir imgesi haline dönüştürülür. Bu şekliyle bellek arşivinde saklanır ve gerektiğinde tekrar ortaya çıkarılır.
Dış dünyaya ilişkin imgelerimiz her zaman gerçeğinden çok farklıdır. Yalnızca onun gerçeğine biraz yaklaşabilir. Oluşturduğumuz imgeler ise her zaman sadece bize aittir. İçteki imgenin gerçekle ilişkisi, kabaca gerçek bir manzarayla haritanın ilişkisine benzer. Harita ne kadar dikkatle yapılmışsa, kişinin ihtiyacı olduğunda, aradığını bulması, yönünü saptaması o kadar kolay olacaktır. Ancak zamanla manzara değişir, boyutlar arasındaki ilişki farklılaşır. Bir zamanlar ev olan yerde şimdi kasaba vardır. Köy yolu, otoyola dönüşmüştür. Harita artık işe yaramaz olur.
Bu nedenle harita, o andaki duruma göre yeniden değerlendirilmeli ve değiştirilmelidir. Böylece kişi, gerçek koşullara dair yanlış tahminlerde bulunmanın ve yönünü şaşırmanın acısını çekmez. Öte yandan, eski haritaya o kadar alışılmıştır ki her değişim acılıdır. Bu nedenle değişime karşı isteksizdir. Ancak denemek için gönülsüzce işe başlanır.
Değişimin oluşabilmesi için; şehir haritasına benzer şekilde,”psikolojik şebeke haritamızla” çalışmalıyız.(Moreno 1959, S.276) Artık eski bakış açımız yararsızdır. Yeni koşullara uygun denemeler yapmalıdır.
Yeniden ölçme, değerlendirme ve sınama ile kazanılan yeni algı ve kavrayışla “Psikolojik ağ haritamızda” mantıklı, duruma uygun değişiklikler yapılabilir. “İnsanın ruhuna doğrudan girmek ve orada neler olup bittiğini kavramak imkansız olduğu için psikodrama, bireyin ruhsal içeriğini “dışarıya” çıkarmak ve onu elle tutulabilir ve kontrol edilebilir bir dünyada nesnelleştirmeye (somutlaştırma) çalışır.”(Moreno, S.111) Günter Ziegler
Devamı Gelir…